“Bir gün gelirsem sana bensiz, sorma, “Niye sensiz geldin?” Ben her defasında beni sende bırakıp anneme gidiyorum,” diye not düştü başucuna. Lal değildi. Dil bu. Dil susar mı? Çıkılmamalı dile sahip; abidik gubidik şeyler değildi söylenenler, öyle olsa da… Gel vaktim geçmeden. Yine gölgen düştü üstüme. Biz hem güzel hem akıllı isteriz. Bize de ölüm var sizden önce sizin yolladığınız; lakin sizlerden sonra yaşayacak ömrümüz var. Yașamı baştan sonra yeniden tasarlamak girer mi suçların kapsamına? Barış barışta yapılır, biz mapusta yapıyoruz. Karakter mi akıldan yüksekte, yoksa insana karakter veren akıl mı? Alacakaranlık inmeden gözüne açıldı kitabın sayfaları, düşerken kentlere kayyımlar. Unutuldu anımsatılmadıkça anımsanmayanlar. Devrildi önce mezar taşları, eridi toprakları. Sanki sonu mutlulukmuş gibi sabredin deniyor. “Hiç bir ödül almadım,” dedi, ekledi, “En çok dinlenen de olmadım, yalanlarım doğrudan da sayılmıyordu.” Çabuk büyümemden anladım iyi yere evrilmediğini dünyanın. Aklımın sahilinde köpük köpük dalgalananlar deniz gezmişlerdi. Kendi doğruları İmamın doğrularıyla zıtlaşınca İmamın doğrularına geçiş yapmıyorlardı denizdeki dalgalar. Aslında ne sevgi vardı, ne aşk, onu icat eden bizdik. “Bize sevgi gerek, o da şimdi gerek,” dedi kızıl saçlı bacım, bal gözlü kardeşim. İnat etmeli, Cumhuriyet ancak inat edenlerce kurulur.