Aslında önüne çıkan sevdi onu, bir o sevmedi onu, o dediği bendim, bendim kendisi. Öykülü Çukurova’nın öykücüsüydü, renk renk, kanlı canlı, allı pullu, kadınlı erkekli. Her yaşam bir öyküydü, her öykü bir yaşam değildi. Çalıntı öyküler, sahte diplomalar gibi öyküden sayılamazdı. Şiirde de güzel durmuyordu güzel dedikleri küfürler, hak edene de edilmeden durulmuyordu. Siz onun şımarıklıklar yaptığına bakmayın, biz onu şımarttığımızdandır yakıştığı için şımarıklığa. Nezaketen değildi nezaketi, nezaketliydi nezaketleri. Büyüklerdi misket oynayan misket bombalarıyla. Erkekler ölüme çağırıyordu, kadınlar yaşama. Şerifeden okunan ölüme çağrılanların selasıydı çıplak sesle. Zenginlik Allahtan mış, bizi fakir bırakan Allah bir sizi sevdi! Şu fakirliği bize nezaketen kabul ettirmek isteyenlerin nezaketini tepe taklak yuvarlamaya kalktı nezaketen. Eksilecek elbet başımızdan kötüler. Elinde kalem, ağzında cigara, düştü düşecek külü. Çözüm diye sunulan barış değildi, kandırılan bizdik yine. Yağmur yağınca kapamalı şemsiyeleri, yıkanmalı kirliler. Sayıldık kurban değilken kurban arefesi koyundan. Çok istekliyiz değişime her şeye rağmen. Öğrendik aşk iki kişinin eylemiymiş. Şimdi öyle çok fazla yakınım ki sana hak ettiğim kadar.
Öykü: ŞERİFE
